Java Günlüğüm
Yazılım, Java, BT, azıcık felsefe, biraz mizah...
  • Udemy Eğitimleri
  • Temiz Kod
  • Tasarım Kalıpları
  • Hakkımda
  • Arşiv
RSS
17 Eylül 2011

TEGEP’in ilk çalıştayı yapıldı.

Akin TEGEP TEGEP

İçinde olmaktan her geçen gün daha çok zevk aldığım TEGEP, yani Türkiye Eğitim ve Gelişim Platformu’nun ilk çalıştayı geçen hafta yapıldı. “Eğitim ve Gelişimin Geleceğini Birlikte Şekillendiriyoruz” konulu çalıştay, platformun ilk çalışması olmasına rağmen, ülkemizdeki kurumların insan kaynakları (İK) ile eğitim ve gelişim yöneticilerinin yoğun ilgisini çekti. TEGEP’in çekirdek yapısında olan arkadaşların ve kurumun ana destekçisi ve oluşumun başlatıcısı olan Türk Telekom’un davetleri ile çalıştaydan haberdar olan katılımcılar, benim gibi TEGEP kurucusu olan bir kişinin moderatörlük yaptığı, toplam 10 tane, 8-9 kişilik  yuvarlak masalarda bir araya gelip, daha faydalı ve etkin bir eğitim yönetiminin nasıl olabileceğini, bu süreçte eğitim alan ve verenlere neler düştüğünü ve nihai olarak da TEGEP’in bu süreçte neler yapabileceğini tartıştı. Benim moderatorlüğünü yaptığım masada da, ülkemizin farklı sektöründeki büyük firmalardan, kurumlarının eğitim ve gelişim yönetiminde rol alan 7 bayan vardı.

Bu çalıştayın sonuçları, TEGEP tarafından yakında bir rapor olarak yayınlandı. Sonuçlar, aynı zamanda hemen gelecek hafta yapılacak, 1. Eğitim ve Gelişim Zirvesi’nde de ele alınacak ve tartışılacak. Ben ise bu yazıda, ciddi bir süredir içinde olduğum profesyonel BT eğitimimleri sektöründeki tecrübelerim açısından, bu çalıştayı değerlendirmek ve izlenimlerimi paylaşmak istiyorum:

  • Öncelikle, benim masamdaki katılımcıları yakinen, masada yapılan tartışmalardan, diğer masalardaki katılımcıları ise sunum ve konuşmalarından şöyle gözlemledim: Katılımcılar yetkin ve işlerini biliyorlar. Bu durum beni açıkçası çok etkiledi. Çünkü, bu bir genelleme, kabul ediyorum ama, eğitim dünyası içinde bulunduğum süre içinde edindiğim izlenim, kurumların İK’larının yetkinlikleri konusunda içimde şüphe uyandırmaya yetmişti. Dolayısıyla bu çalıştay bana, tecrübelerimi gözden geçirme, onları sınıflandırma ve sonuç olarak daha analitik bir çözümleme yapma fırsatı verdi bana. Ama gerçekte, çalıştaya katılan kurumlarla  sınırlı olsa bile, eğitim ve gelişim yöneticileri hakkındaki algım çok olumlu, buna çok sevindim.
  • Masamda bulunan ve eğitim ve gelişim konusunda profesyonel olarak uzun süredir çalışan katılımcıların, aslında, aynı birimleri kendi kurumlarında kurmak isteyen ya da halihazırda bu birimlerde çalışıp da, önden gidenlerin birikimlerinden yararlanmak isteyen, dolayısıyla temelde, iyi kurumun, iyi çalışan ve iyi süreçlerden geçtiğininin bilincinde olup, bunun da öncelikle, ancak eğitimle gerçekleşeceğinin farkında olan kişiler ve kurumlar için bulunmaz bir bilgi ve tecrübe kaynağı olduğunu farkettim. Fakat üzücü olan o ki, İstanbul’un aşırı yoğun iş ve hayat temposu, bu gibi bilgi ve tecrübe kaynağı insanlara, günük iş ve aile meşgalelerinden sıyrılıp, onlara düşünüp yazabilecekleri bir ortam sağlamıyor. Bu gibi girişimler ya çok özel gayretlerle ortaya çıkıyor ki TEGEP bu gayretlere ortak olmayı istiyor, ya da akademisyenlerden geliyor. Akademisyenlerden gelenler gelemye devam etmeli ama pratik dünyada senlerce bu işi yöneten insanların, pratiklik adına, yerel çözümler üretme adına söyleyecekleri çok şey var diye düşünüyorum. (İngilizce yayınlar dünyasında, konusunda İngilizce’de “bible” olarak nitelenen, elimizden düşmeyecek nitelikte pek çok kitap, hem akademiye hem de pratik dünyaya seslenebilecek şekilde, tamamen sektörün pratisyenleri tarafından yazılmıştır. Bu kişilerin ülkemizdekilerden temel farkı, kanımca, kendilerine, uğraştıkları alan üzerinde sistemli ve soyut düşünebilecek, fikirlerini organize edebilecek zaman ve imkan ayırabiliyor olmalarıdır.) Bu noktada eğer TEGEP, vizyonunda ifade ettiği gibi, bu birikimleri organize edip, basılı yayınlar ve farklı organizasyonlarla, toplumumuzun değişik karmanlarına yayabilirse, müthiş bir iş başarmış olur.
  • Çalıştayda edindiğim en çarpıcı tecrübelerden birisi de, biz teknik insanların, çalıştaya katılanlar tarafından nasıl algılandığıyla ilgili oldu. Durum aslında, Friends gibi dizilerde geçebilecek, “ok, we’re different kind of animals” şeklinde bir cümleyle açıklanabilecek cinsten, aşağısı kurtarmıyor. (Ben de bu sürüdenim, dolayısıyla, karşıdaki kişilerin beni ve bizleri nasıl algıladıklarını daima merak etmişimdir.) Eğitim ve gelişim çalışanları yetkin ve işlerini biliyorlar, süreçlerini detaylıca tarif edebiliyorlar, sıkıntılı noktaların tamamen farkındalar, indirgemeci yaklaşımlardan uzaklar vs. Teknik insanlar, özellikle BT çalışanları da yetkin insanlar, bu ülkenin en iyi eğitim almış gruplarından birisini oluşturuyorlar. Ama açık ki, arada, temelde dilden kaynaklanan bir uçurum var. Dolayısıyla, iletişimin en temel “anlama/anlaşılma” konusu yerine gelmiyor ve birbirini anlamayan ama bir o kadar da birbirine ihtiyaç duyan iki grup, birbirlerini anlamadıkça, birbirleri hakkında mitler üretiyorlar. Bence iki taraf da ama özellikle eğitim ve gelişim yöneticileri, daha verimli BT eğitimleri düzenleyebilmek için, araya iki tarafın da dilini bilen “çevirmenler” koyarak işe başlamalı.

Şimdi sıra zirvede. Zirvenin ayrıntılı içeriğine buradan ulaşabilirsiniz.

Toplam görüntülenme sayısı: 799

7 Bunu beğendim 🙂
Tweet
Follow me
Tweet to @kaldiroglu
24 Ağustos 2011

TEGEP: Türkiye Eğitim ve Gelişim Platformu

Akin Diğer TEGEP

“Eğitim şart” cümlesinin, ülkemizindeki hemen her çevrede yapılan, ciddi olsun geyik olsun, pek çok farklı içerikteki muhabbetin en çok kullanılan sloganlarından birisi olmasına karşın, eğitim ve gelişime yeterince önem vermeyip, gerekli desteği sağlamamamız, hatta, “eğitim”in “neliği” konusunda bile sağlıklı bir bakış açısına sahip olmayışımızın nasıl traji komik bir durum oluşturduğu zihnimde yer etmiş durumdadır. Eğitim ve gelişimi, profesyonel yetişkin eğitimi ve gelişimi noktasında ele aldığınızda da durum değişmemektedir.

Şu ana kadar kişisel olarak, eğitim dünyasında bulunduğum süre içinde biriktirdiğim tecrübe ve kişisel okuma ve gayretim ile elde ettiklerimi, eğitim ve danışmanlık vesilesiyle tanıştığım kişiler ve özellikle şirketlerin insan kaynakları ve eğitimden sorumlu çalışanlarıyla paylaşmak dışında çok da fazla yapabileceğim birşey olmadı. Ta ki TEGEP, yani “Türkiye Eğitim ve Gelişim Platformu” kurulana kadar. Türk Telekom Akademi’nin direktörü Dr. Ayhan Artar’ın geçen kış bana bahsettiği ve ülkemizde profesyonel ve yetişkin eğitim ve gelişimi üzerine bir fikir platformu olacak yapıyı duyunca tabi olarak heyecanlandım. Ayhan beyin fikir liderliğinde ve desteğinde kurulmuş olan TEGEP, öğrenme kültürünün, toplumun tüm kesimlerinde yayılmasını, temel hedefi olarak belirlemiş bir düşünce platformu. TEGEP, bu konuya gönül vermiş, fikir üretme, tartışma ve paylaşma süreçlerinde bulunacak herkese açık bir platform. Platformda hali hazırda, yetişkin eğitim ve öğreniminde çok bilgili ve tecrübeli arkadaşlar var.

Kurulum aşamasını geçen TEGEP, artık ismini duyuracak konuma geldi ve Eylül ayında iki farklı organizasyonla eğitim ve gelişime ilgi duyan herkesi biraraya getirmeye başlıyor. Bunlardan ilki “EĞİTİM VE GELİŞİMİN GELECEĞİNİ BİRLİKTE ŞEKİLLENDİRİYORUZ”  çalıştayı, diğeri de “EĞİTİM VE GELİŞİM ZİRVESİ”. Gerekli bilgilere TEGEP’in sayfasında ulaşabilirsiniz.

Umarım TEGEP, sizlerin de katkısıyla, en temelindne başlayarak eğitim, öğrenim ve gelişim ile ilgili güzel fikirlerin ve çalışmaların ortaya çıktığı bir platform olur.

Toplam görüntülenme sayısı: 932

7 Bunu beğendim 🙂
Tweet
Follow me
Tweet to @kaldiroglu
11 Ağustos 2011

Zeka mi Çalışma mı Yoksa Toplum mu?

Akin Kültür, Bilgi ve Düşünce Başarı, Malcolm Gladwell, Outliers

Eskiden bu yana “zeka”dan ziyade “çalışma”ya öncelik veren bir tavrım vardır. Zeka Allah vergisidir ama çalışma, kişinin iradesiyle gerçekleşir ve bu ikisi arasındaki çekişme tavşan ile kaplumbağanın yarışındaki gibidir, zekaya güvenmek boştur belki daha da kötüsü kibirdir, ama çalışan her zaman başarır. Bu hikaye ve anlatılan “yeteneğine güvenme, başarı için çalış” düsturu, hayatımızın ilk yıllarından itibaren, her Türk gibi benim de zihninin derinliklerinde yer etmişti.

Yukarıda bahsettiğim duruma rağmen, toplumumuzdaki pratikler gerçekte, sanki zeka ve yeteneği çalışmanın önüne çıkarıyor gibi geliyor bana. Hakikatte, işini ciddiye alan, kurallarına uyarak en iyisini yapmaya çalışanı görmeyip, her türlü başarıyı sadece zekaya atfetme gibi bir halimiz zaman zaman çok sırıtıyor bence. Bu yüzden özellikle eğitim ya da kısa konuşma vesilesiyle bulunduğum ortamlarda, zekayı kullanarak hızlıca birşeyler ortaya koymak yerine, çalışmayı, disiplinli ve sistemli öğrenerek bilgilenmeyi, ancak bilgi sahibi olduktan sonra kısa yollar ve hızlı kazanımlar için kafa patlatmayı vurgulamışımdır.

Ben bu şekilde kendime göre bir felsefe oluşturmuşken, ilk başta, genelde uzak durduğum kişisel gelişim kitaplarından birisi gibi duran, Malcolm Gladwell’in Outliers (Çizginin Dışındakiler) – Bazı İnsanlar Neden Daha Başarılı Olur? isimli kitabı geçmişti elime. Hatta kitaba başından değil de sadece ilk satırları ilgimi çekti diye 4. bölümün 3. kısmından başladım. Sonra kitap beni sarmaya başladı ve bir önceki bölümü de okudum ve sonunda kitabı baştan sırayla okuyup geçenlerde bitirdim.

Malcolm Gladwell, New York’ta yaşayan, bir gazeteci ve yazar.  Gladwell’in, Outliers dışında, hepsi dilimize çevrilen 3 kitabı daha var: Tipping Point (Kıvılcım Anı) (2000), Blink (Düşünmeden Düşünebilmenin Gücü) (2005),  Outliers (Çizginin Dışındakiler) (2008) ve What The Dog Saw (Köpeğin Gördüğü) (2009). Yazarın Outliers’da da yaptığı, başarının bileşenlerini ele almak. Gladwell, daha kitabının başında kitabını, başarıyı bireysel zeka ve yeteneklere bağlayan anlayışı yıkmak üzere yazdığını ifade ediyor. Bu amaçla kitabında dahilere bayağı yer ayırmış. Ve zeka ile başarı arasındaki ilişki ile ilgili olarak vardığı sonuç şu: Eğer 120 IQ’ya sahipseniz, geriye tek farkeden, ne kadar çalıştığınızdır. Yani başarı için gerekli bir zeka eşiği var ve o zeka eşiğini geçiyorsanız, geriye başarılı olmak için gereken şey ne kadar çalıştığınızdır. Bu sanki, iyi bir basketbolcu olmak için eşik olan, 1.90 gibi bir boya sahip olmak zorunda olmanız gibi birşey. Nitekim Michael Jordan ve Kobe Bryant’ın boyları sadece 2 metre civarında.

Kitabın dahilerle ilgili bölümlerinde, 1920’li yıllarda ABD’nin California eyaletinde, Terman isimli bir bilim insanının, yaklaşık 250.000 ilkokul ve lise öğrencisi arasından özenle seçilen ve IQ’ları 140 ile 200 arasında değişen 1470 tane öğrenciden oluşan “dehalar grubu” çalışmasına da yer veriliyor. Terman, bir bireyin hayatında, ahlakı dışında en önemli olan şeyin IQ olduğunu ispatlamak istiyormuş. Terman, bu dahileri, okul ve iş yaşamları boyunca takip etmiş, neler yaptıklarını bir bir kayda geçirmiş. Sonuç ne olmuş, biliyor musunuz? Hayal kırıklığı. Çünkü bu dahiler ordusunun başardıkları, aynı sayıda normal zekalı öğrencilerin başardıklarından farklı değilmiş.

Aslında kitap, başarının bileşeni olarak zeka yerine çalışmayı vurgulamıyor. Kitap, zekanın gerek şart olduğunu ama tek başına başarı için yeter şart olmadığını vurgularken, başarıyı daha çok bir hediye olarak sunuyor. Kitaba göre başarı, toplumun ve zamanın sunduğu fırsatları, normal zekaya sahip olan birinin çalışarak değerlendirmesidir. Bu yüzden kitabın bölümleri 2 ana kısıma ayrılmış: Fırsat ve miras. Yani kitap temelde, “başarılı insanlar fırsatları nasıl çalışarak değerlendirdirler?” ve “başarıda, içine doğduğumuz kültürel ortamın rolü nedir?” sorularına cevap arıyor.

Outliers’ı okuyunca, aslında başarının çalışmanın da ötesinde bir yapısı olduğunu düşünmeye başladım. Kitap, zaten fırsat ve miras derken bunu vurguluyor ama sanki daha açık vurgulaması gerekirdi gibime geldi. Demek istediğim şu: Bir insan ahlaksız bir toplumda ne kadar ahlaklı olabilirse, başarısız bir toplumda da o kadar başarılı olabilir. Yani biz sanırım “o mâhîler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler” latif ifadesinde de anlatıldığı gibi aslında toplumsal olan pek çok olguyu bireysel almak eğilimindeyiz.  Ahlak bunun en güzel örneği. İçinde bulunduğumuz toplumda, örneğin ticari faaliyetlerden bahsederken, toplamda ticarette ahlaksızlığın çok yaygın olduğunu ifade edip tek tek insanlardan bahsettiğimizde onların ahlaklı olduklarını vurgulamak ne kadar çelişen bir durum ise, genel olarak başarılı olmayan bir toplumdan başarılı insanların çıkmasını beklemek de o kadar paradoksal bir durum işte. Yani ahlak ve başarı gibi sıfatlar olsa olsa ancak ve ancak toplumlar için söz konusudur kişiler için değil. Dolayısıyla “ahlaklı insan yoktur, ahlaklı toplum vardır” sözüne ne kadar inanıyorsam artık “başarılı insan yoktur, başarılı toplum vardır” sözüne de o kadar inanıyorum. Çünkü, tek bir insanın ahlaklı ve erdemli olmanın kurallarını tek başına yerine getirmesi mümkün olmadığı gibi, başarının Outliers kitabında vurgulanan en temel iki öğesi, fırsat ve miras da ancak toplumsal olarak anlamlıdır, bireysel olarak değil.

Her toplum, bir dünya kurma girişimidir. Her toplum kendi doğrusunu, kendi yanlışını, kendi ahlakını, kendi erdemini ve pek tabi ki kendi fırsatlarını ve kendi mirasını yaratır. Bireysel olarak başarılı olmanın yolu da toplumsal bir başarı ortamı oluşturmaktan geçiyor.

Toplam görüntülenme sayısı: 6181

26 Bunu beğendim 🙂
Tweet
Follow me
Tweet to @kaldiroglu
11 Ağustos 2011

Her Zeki Öğrenci, Programcı mı Olmalı?

Akin BT, Kariyer, Kültür, Bilgi ve Düşünce, Yazılım Mühendisliği Bilgisayar Mühendisliği, meslek seçimi, programcılık, programlama, programlama nedir

Serbest çalıştığım için, değişik vesilelerle, çok farklı çalışma ortamlarında çok farklı geçmişe sahip BT çalışanlarıyla karşılaşıyorum. Karşılaştığım kişilerin pek çoğuyla, bazen eğitim bazen de danışmanlık faaliyetleri sırasında, onların programcılık bilgi ve tecrübe düzeylerini, yaklaşımlarını vb. öğrenecek kadar mesai harcıyorum. Gördüğüm şu: Progamcılık, “nev-i şahsına münhasır” bir meslek ama bizzat programcı olmak isteyenler ve bunun için çalışanlar, bu durumdar haberdar değiller.

İnsanın kendisini tanıması ve kendi meziyetlerine en uygun mesleği seçmesi, hayatında yapacağı en iyi işlerden birisi. Ve bu çok zor birşey, bunun farkındayım. Ama toplum niye vardır ki? Ana-baba, okul çevresi, etrafımızdaki büyükler vs. niye vardır ki? İdeoloji haline gelmiş kalıpları insanlara dayamak için mi yoksa her bireye, kendisini ve çevresini tanıma imkanı vermesi için mi? Belli ki toplum, aileler, okul vb. çevreler pek çok kişiye, zeki olmasından yola çıkarak, Bilgisayar Mühendisi olmasını öğüt veriyor. Bunu lise yıllarımda ben de yaşadım. Ama bu öğütün doğru kişilere verilip verilmediğinden ise emin değilim. Neden durup duruken bu konuyu ele aldım? Çünkü işim vesilesiyle karşılaştığım kişilerin pek çoğunun hayatlarını, farklı dillerde program yazarak kazanmalarına ya da kazanmayı planlamalarına karşın, programcılığın gerektirdiği zihni ve davranışsal yetkinlikleri haiz olmadıklarını ve dahası bu gerçeğin de farkında olmadıklarını gözlemliyorum. Yani kendilerini tanımadıkları gibi kendilerine ideal olarak gördükleri işin tabiatıyla ilgili en ufak bir fikirleri de yok böyle kişilerin. Sonuç: Mutsuz çalışan ve verimsiz iş ortamı.

Programcılık, çok hırs, sabır ve odaklanma isteyen bir iş, yüksek seviyede soyut düşünme yetkinliklerine ihtiyaç duyuyor. Düşünmenin farklı seviyelerinden habersiz, bu seviyeler arasında hızla inip çıkamayan kişilerin iyi bir programcı olması zor. Bir iş sürecini kodlarken, iş kuralları vb. çok sayıda faktörü göz önüne alamayan, bunların arasındaki etkileşimleri sistemli bir şekilde çözemeyen birinin iyi programlar yazması da zor. Odaklanma sorunu yaşayan, 3-5 saatlik bir sürede, çok faktörlü bir problemi hem kavramsal olarak analiz edip hem de son derece kısıtlayıcı ve tamamen matematiksel bir notasyon olan bir programlama dili ile gerçekleştirecek ve bunu yaparken de performans vb. noktaları da gözden kaçırmayacak bir zihne sahip değilseniz, vasat bir programcı olmaktan öteye geçemezsiniz. Tüm bunları yaparken, ufak bir virgülü unutmanız dolayısıyla da programınızın derlenmemesi ya da doğru çalışmaması da sizin motivasyonunuzu bozmamalı. Hataları tek tek bulup, iğneyle oya işler gibi ilerleyeceksiniz. Her adımda çok ufak bir ilerlemeye sevineceksiniz. Bulamazsanız Google’dan envay çeşit aramayla sorununuzu çözmeye çalışacaksınız. Bulunca kendinizi iyi hissedip bir sonraki probleme odaklanacaksınız ve bu döngü böyle her gün saatlerce devam edecek. Bu her zekaya ya da kişiliğe göre bir durum değil.  Aslında bu bir zeka sorunu da değil. Bu bir kişilik özelliği, bu şekilde çalışmayı çok sevmek, bundan haz duymak zorundasınız. Aksi taktirde böyle hastalıklı bir çalışma şekli kimseye cazip gelmezdi. İyi programcı zekidir ama tersi doğru değildir. “Kötü programcılar zeki değildir” denemez. Bu bir zeka ve kişilik yapısı sorunu. Zekayı, sosyal zeka, uzaysal zeka gibi kategorilere ayırdığımızda ne demek istediğim anlaşılacaktır. Nasıl mimar olmak, estetik ve uzaysal bir zeka gerektiriyorsa ve estetik yönü eksik olan zekaya sahip bir kişinin, ismi Einstein da olsa, bir mimar olarak başarılı olması çok zorsa, üniversite giriş sınavından en yüksek puanı almak ya da ilk bilmem kaça girmek, iyi bir programcı olmak için yeterli değildir. Hele, ezberci eğitim ve sınav sisteminin insanları ayırt etmek için kullanıldığı Türkiye gibi bir ortamda, liseden birinci olarak mezun olmak ya da üniversite sınavında yüksek puan almak, kesinlikle bu meslekte başarılı olmak için bir işaret değildir. Ben zihin ve davranışsal yapısı programcılığa çok uygun ve bu yüzden de çok başarılı pek çok meslek yüksek okulu mezunu programcı tanıdım örneğin. Çocukların üniversiteden önceki hayatlarında bilgisayar ile çok uğraşmaları, örneğin en zor ve en yarışmacı oyunları çok başarılı bir şekilde oynuyor olmaları da onların iyi birer programcı olacaklarını göstermez. Çocuğun zekası buna elverse bile davranışsal özellikleri onu bu meslekte başarısız kılabilir. Ben programcı olmak isteyen ve zeka yapısı buna son derece uygun olduğu halde çalışma yapısı, yani davranışsal özellikleri programcılığa uymadığı için bölümünde ya da mesleğinde başarısız olan insanlar da tanıdım. Bu insanlar, kendilerine yol gösterilmemesinin ya da yanlış yol gösterilmesinin bedelini ödüyorlar açıkçası.

Dolayısıyla

  • Çevrenizini sizi çok zeki olarak betimlemesi,
  • Bilgisayar Mühendisliği’nin ya da programcılığın çok prestijli, “rocket-science” cinsinden afili bir algı yaratıyor olması,
  • Devam ettiğiniz dershanedeki rehber hocanızın “bu puanla Bilgisayar Mühendisliği’ne girersin” demesi
  • Bilgisayar vb. oyunları oynamayı çok seviyor olmanız hatta onlarda çok başarılı olmanız

sizin iyi bir programcı olacağınızı göstermez.

Bilgisayar Mühendisliği okuyan pek çok üniversite öğrencisinin bu yanlış içinde olduğunu çok sık gözlemliyorum. Onlara, Bilgisayar Mühendisliği okumanın, kendilerini otomatik olarak programcı yapmayacağını, bu bölümde programcı olmak dışında, iş/ihtiyaç analisti ya da sistemci gibi, başka BT mesleklerine yönelik yetkinlikleri kazanmanın da mümkün olduğunu ve araştırıp bu mesleklere yönelirlerse çok daha başarılı ve mutlu olacaklarını, uygun dille anlatmaya çalışıyorum.

Geçen gün, oğlumun, Avusturya’da okuyan bir arkadaşıyla bir sene sonra tekrar karşılaştık. Geçen sene onunla, Bilgisayar Mühendisliği okumaya karar verdiği ve 1. sınıf öğrencisi olduğu için, Java ve programcılık üzerine hızlı bir sohbet yapmıştık. Aradan geçen sürede Java ile programlama dersi almış. Görüştüğümde bana, bu desten kaldığını ve Java’nın çok zor olduğunu, sırf bu kalmadan dolayı farklı bir bölüme geçtiğini söyledi. Ben de onu “Java’dan kaldığı için” tebrik ettim ve zararın neresinden dönülse kardır dedim. Benzer süreci oğlum da yaşamıştı çünkü. O da lisede, meslek olarak kendisine, benim mesleğimi seçmiş  (valla bu benim suçum değil 🙂 Ben taa ortaokul yıllarından itibaren onu felsefe, sosyoloji, din ya da tarih gibi düşünsel bir alana yöneltmeye çalışmıştım ama o bilgisayar diye tutturmuştu) ve lisans eğitimine, ABD’deki bir üniversitede Computer Science ve Mathematics çift ana dal ile başlamıştı. İlk dönem C, ikinci dönem de Java kullanılan başlangıç seviye programlama ve algoritma dersleri aldı. Çok iyi hatırlıyorum, ikinci dönem aldığı Java dersinde proje yaparken sık sık Skype vasıtasıyla konuşurduk. Ve bu konuşmaların birinde, yukarıda anlattığım programlama döngüsünü ima ederek “bu iş hep böyle mi yapılır?” diye sordu bana. Ben de “evet, bu durum programlamanın en temel özelliğidir” diye cevap verdim. Bana o anda, bu mesleğin kendisine göre olmadığına karar verdiğini söyledi. Daha sonra, o dönem almış olduğu mikro ekonomi dersi ile ekonomiyi çok sevidiğini de farkettiğini bana söyledi. Ekonominin konuları, ele aldığı olgular dünyası, bunları ele alış şekilleri ve içindeki sosyalliğin tam kendisine göre olduğunu farketmişti ve 1. sınıfın yazında Computer Science  yerine Economics ile yoluna devam etmeye karar vermişti. Şimdi 2. senesini bitirdi, çok mutlu ve çok başarılı. Oğlum zeki mi zeki, soyut düşünce sistemi kuvvetli mi evet kuvvetli. Ama programcılığın vazgeçilmez olan “tırmalama” unsuru, aşırı a-sosyal problem çözme kültürü ona göre değildi belli ki. Ve tabi ki bir diğer şansı da Türkiye’de bir üniversiteye gitmiyor olmasıydı.

Keşke, ailelerimiz ve okullarımız, gençlere, kendilerini ve mesleklerini tanımada daha fazla yardımcı olabilse. Keşke üniversitelerimiz, kendini ve bölümünü tanıyan gençlere, meslek seçmede bir şans daha verse de daha mutlu bireyler yetişse. Keşke üniversitelerdeki bölümlerimiz, öğrencilere öğretirken,  eğitim ve öğretimi sadece akademik bir faaliyet olarak görmese ve öğrencileri, mesleğin tabiatı hakkında daha fazla aydınlatsa, onları gerçek dünyaya daha fazla yaklaştırsa.

Toplam görüntülenme sayısı: 2317

69 Bunu beğendim 🙂
Tweet
Follow me
Tweet to @kaldiroglu
«< 58 59 60 61 62 >»

Günlüğüme Hoşgeldiniz

Bu günlükte, Yazılım Mühendisliği, Bilgi Teknolojileri, Java, kişisel gelişim ve zaman zaman da diğer konulardaki düşüncelerimi sizlerle paylaşacağım. Umarım beğenir ve hoşça vakit geçirirsiniz.

Her türlü düşüncenizi, yorum olsun, beğeni ya da eleştiri olsun, bana iletmenizi rica ediyorum sizden. Ayrıca bana akin@javaturk.org adresinden ya da Twitter'dan ulaşabilirsiniz. Videolarıma da buradan ulaşabilirsiniz.

Teşekkür ederim.

Akın Kaldıroğlu

Rahat Okumak İçin

A Decrease font size. A Reset font size. A Increase font size.

Sosyal Medya

  • Twitter
  • Facebook
  • LinkedIn
  • Youtube

Son Twitlerim

→ Takip Etmek İçin

Abone Olun

Emalinizi girerek yazılardan haberdar olun.
Loading

Son Yazılarım

  • Udemy Eğitimlerim Üzerine
  • (başlıksız)
  • Clean Code / Temiz Kod Eğitimi Udemy’de
  • Java ile Nesne-Merkezli Programlamaya Giriş Eğitimi Udemy’de
  • Selsoft Video Eğitimleri
  • Spring ile Kurumsal Yazılım Geliştirme
  • Corona Günlerinde Design Patterns
  • Corona Günlerinde Java
  • JDK 10 ve “var” Özelliği
  • Onur Özcan
  • Analist ve İş Bilgisi
  • Farklı Dillerin Bakış Açısıyla Nesne-Merkezli Programlama
  • Java Nedir?
  • Bilgi Teknolojilerinde Yetenek Yönetimi – II: Tanımlar ve Eleştiriler – I
  • Alelade Hikayeler – II: Bir Başka Performans Problemi

Popüler Yazılar ve Sayfalar

  • Java’ya Nasıl Başlarım? Java’yı Nasıl Öğrenirim? – I
  • Nasıl Yazılımcı Olalım? – II: Hangi Bölümü Okuyalım?
  • Oracle’ın Java SE Sertifikaları: OCA, OCP ve OCM
  • Java Kurulumu ve İlk Programımız
  • İş Analisti İş Tanımı
  • Java Tutorial ya da Kendi Kendine Java Öğren
  • Nasıl Yazılımcı Olalım? – I: Üniversiteli mi Alaylı mı?
  • Tasarım Kalıpları
  • Java’ya Nasıl Başlarım? Java’yı Nasıl Öğrenirim?
  • UML Nedir?

Yazı Kategorileri

Yazı Takvimi

Haziran 2025
P S Ç P C C P
 1
2345678
9101112131415
16171819202122
23242526272829
30  
« May    

Yazı Arşivi

Blogroll

  • Binnur Kurt'un Günlüğü
  • Ender'in Java Blogu
  • Erdem Seherler
  • Kızımın Günlüğü
  • Kurumsal Java
  • Levent Karagöl
  • Levent'in Java Blogu
  • Mert Can Akkan’s java tips,options, news…
  • Yaşar Safkan
  • Yasin Saygılı
  • Yazı Dünyası

Yazı Etiketleri

analiz Bilmek C Desen design pattern EJB Eğitim Fortran Hibernate Java Java'ya nasil baslarim Java dersleri Java EE Java Persistence API Java SE Java Sertifika Java Öğren Java öğreniyorum Java öğrenmek JPA Kalıp Kurumsal Java nesne nesne-merkezli No Silver Bullet object object-oriented Oracle Java Certifications pattern performans programlama programlama dilleri programlama nedir sertifika singleton tasarım tasarım deseni tasarım desenleri tasarım şablonu yazılım yazılım geliştirme Yazılım Mühendisliği yazılımın doğası yazılımın zorlukları Şablon

↑

© Java Günlüğüm 2025
Powered by WordPress • Themify WordPress Themes
 

Yorumlar Yükleniyor...